Garloc, Pyrolios gezegenine iniş yaptığında, galaktik geçişler sırasında bedenine yapışmış kalıntılarla birlikte bu kalıntılarda yaşayan parazit böceklerin etkisiyle karşılaştı. Galaksi yolculuklarında çok sayıda kozmik enkaz ve galaktik kalıntı Garloc’un vücuduna tutunmuş, zamanla bu kalıntılar üzerinde çeşitli parazitler üremişti. Bu parazitler, Garloc’un bedenini istila ederken ona keskin kaşıntılar, uyuşmalar ve yoğun rahatsızlıklar veriyordu. Kalıntılar ise bedeninde bir ağırlık yaratıyor, hareketlerini kısıtlıyor ve içsel dengesini bozuyordu.
Çevresinde bu rahatsızlıklardan kurtulabileceği bir yer arayan Garloc, kısa süre sonra gezegenin yüzeyinde bir lav kaplıcası keşfetti. Lavın sıcak buharlarını görünce içgüdüsel olarak buranın bir arınma noktası olabileceğini hissetti. Hem bedenindeki yüklerden kurtulmak hem de ruhsal çatışmalarıyla barışmak umuduyla lav kaplıcasına doğru ilerledi.
İlk başta, Garloc elleriyle kalıntıları ve parazit böcekleri temizlemeye çalıştı. Ancak parazitler hızla geri dönüyor, tamamen yok edilemiyordu. Lavın sıcaklığını hissedince, kalıntılardan ve parazitlerden kurtulmanın en iyi yolunun burada arınmak olduğunu fark etti. Lavın yakıcı ısısında sadece dışsal değil, içsel bir arınma da yaşadı. Bu ısı, parazit böcekleri eritti; böcekler sıvılaşarak vücudundan akıp gitti. Galaktik kalıntılar ise lavın kimyasal etkisiyle çözündü ve bedenindeki baskıyı ortadan kaldırdı.
Rahatsızlıkları azalırken, Garloc bu sürecin yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir rahatlama da sağladığını hissetti.
Ancak tam o sırada gezegenin keşif koruyucuları Garloc’un varlığını fark etti ve hemen saldırıya geçti. Lavda huzur içinde dinlenirken, koruyucuların ani saldırısıyla bir anda lavdan fırladı. Yere çarptığında etrafa toz ve enkaz yayıldı. Bu çarpma, karanlık bir aura yaratırken Garloc’un gözleri bir anlığına karanlıkla doldu. İçindeki karanlık güç uyanmış, bedenini saran öfke, saldırgan gezegen savaşçılarına karşı vahşi bir tepkiye dönüşmüştü.
Toz bulutunun arasında Garloc, havayı kontrol ederek biriken tozu düşmanlarının üzerine fırlattı. Bu ani hamle, gezegen koruyucularını büyük bir hasara uğrattı. Hızla hareket ederek sert darbelerle savaşçıları etkisiz hale getirdi. Ancak Garloc’un ilerleyişini durdurmak isteyen keskin nişancılar, yüksek menzilli silahlarla üstüne mermi yağdırdı. Mermiler bedenine isabet ettiyse de, yalnızca altın renginde küçük bir kan akıntısına neden oldu.
Garloc, yaralarını hızla fark etti ve nişancıların yerini tespit etti. Kendini savunurken son bir nişancı kalana dek savaşçıları teker teker alt etti. Son darbeyi vurmadan önce gözleri altın parıltısıyla ışıldadı; içindeki karanlık gücün yerini aydınlık bir yön aldı. Beyaz göz bebekleri ortaya çıktı, ruhunda barışçıl bir denge oluştu. Derin bir nefes alıp nişancıya doğru adım attı.
“Lütfen… Af diliyorum! Teslim oluyorum! Ne olur, daha fazla zarar verme!”
Garloc, içsel bir huzurla nişancıya bakarak sesini yumuşattı:
Garloc, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ardından nişancıya kararlı bir şekilde sordu:
Nişancı, Garloc’un gözlerindeki kararlılığı hissederek başını eğdi ve ağır adımlarla onu kasabaya yönlendirdi. Kasabaya varmadan önce kapıya yaklaştı ve bekçiye seslendi:
Kapı, bu sözlerle gıcırdayarak açıldı. Garloc, şifreyi anlamlandıramasa da şüpheye düşmedi. Nişancı onu içeri götürürken, Garloc çevresini dikkatle izledi.
Garloc’un kaşları hafifçe çatıldı ama sorgulamadı. Kapılar açıldı ve içeri girdiler. Kasabanın yolları dar ve kömür gibi sert taşlarla kaplıydı. Evler, lavdan şekillendirilmiş kayalara benziyordu; içindeki savaşçılar ise taş heykeller gibi hareketsizdi. Atmosferde tuhaf bir gerilim vardı, ama Garloc bunu gezegenin doğasına bağladı.
Nişancı, yol boyunca kasabanın güvenlik sistemlerinden bahsetti:
Garloc, bu uyarıyı kayıtsızca dinledi. Tek düşündüğü, nereye götürüldüğüydü. Daha geniş bir alana çıktıklarında, arenaya benzer bir meydanla karşılaştı. Duvarlar yüksek, zemin pürüzsüzdü. Çevrede yavaş yavaş savaşçılar toplanmaya başladı. Garloc, bir huzursuzluk hissetti ama henüz tehlikenin farkında değildi.
Nişancı, birkaç adım attıktan sonra durdu ve Garloc’a dönerek,
İçlerinden biri öne çıktı. Zırhından çıkan ses, volkan patlamasını andırıyordu:
Garloc yavaşça nefes aldı. Bir tuzağa düşmüştü, ama panik yapmadı. Burası artık bir savaş meydanıydı.
Altı savaşçı, çemberi daraltırken Garloc dişlerini sıkarak öne atıldı. İlk saldırıyı o yaptı. Sert bir yumrukla en yakın savaşçının göğsüne vurdu, ama ses metalik bir çınlamayla yankılandı. Savaşçı bir adım bile geri gitmedi. Garloc’un yumruğundan küçük taş kırıntıları yere düştü. Diğer savaşçılar alaycı bir şekilde güldü.
Garloc, bir tekme savurdu, ama sonuç değişmedi. Yerden büyük bir kaya kaptı ve tüm gücüyle fırlattı. Kaya, en iri savaşçının karnına çarptığında toz haline geldi. Savaşçılar bu kez kahkahalarla güldü.
Garloc, taktik değiştirmesi gerektiğini anladı. Tam yeni bir hamle yapacakken, sağ tarafından gelen bir yumrukla havaya savruldu ve yere çakıldı. Toz ve kül havaya yükseldi. Dişlerini sıkarak doğruldu. İçindeki karanlık güç uyanıyordu.
Gözleri yavaşça kararırken sesi derinleşti:
Sapı sıkıca kavradığında yeşil bir enerji patladı. Sapın ucundan vahşi, keskin ve doğanın gücüyle parlayan bir kılıç şekillendi:
İlk savaşçı dehşetle donakaldı, ama çok geçti. Garloc, kılıcı tek hamlede savurdu. Kılıç, savaşçının omzuna indi ve bedenini parçalayarak yuttu. Çığlık bile atamadan kılıç onu içine çekti, titreyerek güçlendi.
Arenada korkunç bir kahkaha yankılandı:
“Ahh haha! İşte şimdi daha iyi hissediyorum!”
Garloc, kılıcını yana savurarak enerji dalgasının tadını çıkardı. Geriye kalan beş savaşçı, korku ve öfke arasında sıkışmıştı.
Garloc, “Geriye beş mi kaldı? Ya itaat edeceksiniz ya da ayaklarımın altında ezileceksiniz,” dedi.
Kılıcın ucu, toprakla buluşur buluşmaz, derinlere doğru yayıldı. Kökler gibi büyüyen doğa enerjisi, kılıcın etrafında hızla serpildi ve dikenli sarmaşıklar gibi savaşçının bacaklarını sardı. Çıkardığı korkunç gıcırtılarla, bacaklarını sımsıkı kavrayan sarmaşıklar, etraflarına yayılmaya devam etti. Savaşçı bağırarak mücadele etti, ama kılıcın gücü her geçen saniye arttı.
Bir an içinde, sarmaşıklar onun bacaklarını komple sardı, kemikleri birbiri ardına çatırdadı. Kılıç, savaşçının çığlıklarını yutarak, etini ve kemiğini içine çekti. Son bir direnç gösteremeden, savaşçı tamamen kılıcın pençelerine teslim oldu. Garloc, kılıcını yerden kaldırıp, savaşçının kalan parçalarını soğukkanlılıkla süzdü. "Bir rakip daha..." dedi, sesi sert ve keskin.
Çift Kılıçlı Suikastçı: Garloc hızla dönerken, etrafındaki hava yoğunlaştı, etrafındaki rüzgarın gücü arttı. Sırtına saplanmaya çalışan suikastçıyı fark etti ve zamanla yarıştığını hissetti. Aniden kollarından doğan doğa gücü, kılıcının etrafında yoğunlaşarak bir rüzgar halkasına dönüştü. Kılıcın keskin enerjisi, doğanın gücünü emerek bir fırtına gibi sardı suikastçıyı. Yapraklar, her biri ölümcül bir bıçak gibi hızla harekete geçti, havada keskin bir şekilde savrulup suikastçıyı paramparça etti.
Kılıcın gücüyle birlikte Garloc’un vücudu bir anlığına parladı, enerjisi artmış, kılıcı onun gücünü yansıtıyordu. Öldürülen suikastçının bedeninden çıkan toprak ve doğa enerjisi, kılıcın içine çekildi, onu daha da güçlendirdi. Garloc'un bakışları, etrafındaki hayal kırıklığını ve öfkesini yansıttı; bu, sadece bir adım daha yakın olduğu bir zaferdi.
Kalkanlı Dev: Garloc kılıcını yere sapladı. Aniden fırlayan sarmaşıklar, savaşçının kalkanını çekip aldı. Garloc hızla hamle yaparak onu havada yakaladı, yere çaldı. Kemikleri kırılırken, bedenini sarmaşıklar sıktı ve toprağın derinliklerine çekti. Geriye sadece çatlayan taşların arasından yükselen duman kaldı.
Yanan Balta Ustası: Garloc, kılıcını yere çaktı. Aniden yer titredi, toprak yarıldı. Yanan Balta Ustası dengesini kaybettiği an, Garloc vahşi bir hızla sıçradı. Kılıcını başının üzerine kaldırıp tüm gücüyle indirdi. Darbenin şiddetiyle savaşçının kafatası ezildi, bedeni çöken zeminin içine gömüldü. Geriye sadece yanık taşların arasında sönmeye yüz tutmuş bir alev kaldı.
Gölgelerin Ustası: Her hamlesinde gölgelerden çıkan güçlü darbelerle Garloc’u köşeye sıkıştırıyordu. Ancak Garloc, karanlık enerjisiyle etrafındaki alanı titreterek, saldırıları savuşturuyor ve yavaşça Gölgelerin Ustası’nın dayanıklılığını test ediyordu.
Garloc, kendini savunurken bir yandan da Gölgelerin Ustası’nın hareketlerini analiz ediyordu. Savaşçı, gölgelerin ve karanlığın gücüyle hızla saldırırken, duvarlara çarpan darbeler ses çıkartıyor, etrafa parçalar savuruyordu. Ancak, Garloc bir adım geri atarak her defasında ustaca savunmalar yapıyor ve Gölgelerin Ustası’nı yormaya başlıyordu.
Gölgelerin Ustası, her vuruşunda gücünün sınırlarını zorlayarak daha da yavaşlıyordu. Garloc, onun gücünü kendi vücut yapısıyla karıştırarak savunmayı sürdürüyor, her darbeyi biraz daha ağırlaştıkça, Gölgelerin Ustası’nı yavaşça yorgun düşürüyordu.
Savaşın ilerleyen dakikalarında, Gölgelerin Ustası’nın hareketleri giderek daha yavaş ve yorucu hale geldi. Garloc’un içindeki Aydınlık Ruh, fırsatını buldu ve devralarak Garloc’un bedenini ele aldı. Artık karanlık güçten tamamen arınmış olan Garloc’un gözleri altın sarısına bürünmüş, Aydınlık Ruh tam kontrolü elinde tutuyordu.
Aydınlık Ruh, Gölgelerin Ustası’na bakarak sakin bir sesle konuştu:
“Yorgunsun, savaşçı. Karanlık güç seni tüketti. Ama bu savaş bitmedi. Kral Dider’a gitmek zorunda değilsin, sana bir yol sunuyorum.”Gölgelerin Ustası, zayıflayan bedenini zar zor koruyarak Aydınlık Ruh’un gözlerine baktı. Cevap vermek için güç bulamıyordu ama Aydınlık Ruh’un sözleri onu derinden etkiledi.
“Kral Dider’a hizmet etmek zorunda değilsin. Kendi yolunu seçebilirsin. Senin gücün, senin iradenle şekillenecek. Onun gücüne boyun eğmek zorunda değilsin.”Gölgelerin Ustası, içindeki karanlık gücün artık onu yönlendiremediğini fark etti. Bedeni yorgun, ruhu kırılmıştı. Aydınlık Ruh’un bu etkileyici sözleriyle nihayet kararını verdi.
“Evet, Kral Dider’a gitmek istemiyorum. Kendi yolumu seçiyorum.”Aydınlık Ruh gülümsedi ve başını sallayarak başını eğdi:
“O zaman, Kral Dider’a gideceğiz, ama senin gücünle, senin iradenle. Yola devam edelim.”Gölgelerin Ustası, yorgun adımlarla Aydınlık Ruh’un ardında ilerledi. Bu yolculuk, artık bir kukla olarak değil, kendi iradesini kabul etmiş bir savaşçı olarak devam edecekti.
Büyük kapılar açıldığında Garloc, volkanın kalbine adım attı. Lav akıntıları duvarlardan süzülüyor, kızıl ışık dans ettiriyordu. Tahtta, siyah taş ve lavdan yapılmış Dider oturuyordu. Kızıl gözleri Garloc’u süzdü.“Demek o sendin,” dedi Dider, sesi volkan gibi kudretliydi.
Garloc alaycı bir şekilde başını eğdi.
Garloc sakin bir sesle,
Aydınlık ruh tekrar kontrolü aldı.
Dider gülümsedi. Savaş kaçınılmazdı.
Garloc, “Bana itaat et, gezegeni düzene sokalım,” dedi.
Garloc’un bedeninden bir kükreme yükseldi. Karanlık bir hortum etrafını sardı.
Gölgelere karışarak kayboldu.
Kaynak gücünü alarak zırhını kuşandı ve tahta oturdu.


0 Yorum