Yolda yürüyordum. Gülüyordum. Kendi kendime konuşuyordum. Hatta espriler yapıyordum ama öyle herkesin anlayacağı türden şeyler değildi bunlar… Bazılarını hatırlıyorum da hâlâ gülüyorum. Tam bana göre, tam benim mizahım. Yolda geçerken bir yandan çevremi izliyor, bir yandan da içimde başka bir benle sohbet ediyordum sanki. Mutluydum. Ama bu mutluluk bile bir gözlemin ürünüydü; çünkü baktığımda görebildiğim kadarını yaşıyordum.
Sonra bir şey fark ettim. Suratımda su damlaları… Ama normal bir yağmur değil bu. Yukarıdan inmiyor. Karşıdan geliyor sanki. Birinin suratına tükürmesi gibi, aralıklı, ince ince damlalar... Tuhaf bir şeydi. Ferahlatıcı ama aynı anda sinir bozucu da. O an içimden şöyle dedim:
“Allah’ım ne yaptım da yüzüme tükürüyorsun, yapma gözünü seveyim… Ayıp oluyor.”
Bunu düşününce daha da güldüm. Sanki gökyüzüyle ben aramda özel bir şaka dönüyordu. İşte o an... Yolda yürüyen, gülen, iç sesleriyle espri döndüren biri olarak yoluma devam ettim. Ama yolun beni götürdüğü yerde başka bir hikâye vardı.
İleride bir ambulans göründü. Kazanın olduğu noktaya yaklaşırken gördüm; motorlu bir kurye yerde yatıyordu. Refüjün iç tarafında, yaya yoluna çok yakın bir yerde olmuş olay. Ambulans bir şeridi kapatmış. Görevliler yaralıyı sedyeye hazırlarken, çevredeki insanlar refüjde durmuş, öylece izliyorlardı. Kimse yardım etmiyordu. Sadece izliyorlardı. Yavaşlamadım. Hiç durmadan geçip giderken kendi kendime bir espri daha patlattım:
“Yardım etmeyecekseniz neyi bekliyorsunuz? Manzaraya karşı çay mı söyleyeceksiniz?”
Karşıdan karşıya geçip kaldırıma vardım. Biraz daha ilerledim. Ve o an fark ettim… O tükürük gibi gelen yağış durmuştu. Yağış alanından çıkmıştım. O ince, serin ama sinirli damlalar artık yoktu. Tıpkı bir olayın içinden çıkmak gibi. Ve hemen o an karşıdan biri bana doğru yürüyordu. Tam ona bakarken içimden gelen o tanıdık espriyle yine güldüm:
“Biraz ileride Allah senin de yüzüne tükürmeye başlayacak, gitme!”
İşte orada fark ettim. İnsanlar bir olayın ortasına giriyor, çıkıyor ama bunun farkında olmuyorlar. Sanki her şey bir anda olmuş gibi geliyor onlara. Oysa olay zaten başlamıştı. Ya da belki çoktan bitmişti. Biz sadece içinden geçtik. Bizimle başlamadı, bizimle bitmedi.
Hakikat böyle işliyor işte. Sessizce... Kör noktadan süzülerek geliyor üzerimize. Bazen görsek de göremiyoruz. O olayların içinde olmamıza rağmen, farkında olamıyoruz. Çünkü bazen görmek sadece bakmak olmuyor. Bazen bakmak, görmenin önüne bile geçiyor.
Peki siz hiç böyle bir olayın içinden fark etmeden geçtiniz mi?
Fark ettiğinizde çoktan bitmiş olduğunu, ya da zaten başlamış olduğunu hissettiniz mi?
Yorumlarda bu sessizce süzülen hakikat anılarını benimle paylaşın. Belki de en çok orada insan olduğumuzu anlıyoruz.
:
Lütfen yorumlarınızda saygılı bir dil kullanmaya ve konuyla ilgili kalmaya özen gösterin. Topluluk kurallarımıza aykırı (örneğin; nefret söylemi, taciz, spam) içerikler tespit edildiğinde kaldırılacaktır. Davranış politikaları hakkında daha fazla bilgi için Google'ın İçerik Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.