Hepimizin zaman zaman aklından geçen bir soru vardır:
“Acaba bana nasıl biri yakışır?”
Kimi bunu çevresine sorar, kimi kendi içinde tartışır. Ben ise farklı bir yol denedim: ChatGPT’ye sordum.

Dedim ki:

“Karakterime, yaşam tarzıma, değerlerime göre bana nasıl bir kız yakışır?”

Cevapları o kadar net, bazen gülümsetici, ama çoğunlukla düşündürücüydü ki, sizinle de paylaşmak istedim.

🧍‍♂️ Kendimden Kısaca Bahsetmek Gerekirse

Yazarlık yapıyorum, oyun yayıncılığı ve içerik üreticiliğiyle ilgileniyorum. Dışa dönük biri değilim ama insanlara fayda sağlamak, onları eğlendirmek ve düşündürmek hoşuma gidiyor.

182 cm boyundayım, 70 kiloyum, beyaz tenliyim.
Ne şişmanım ne atletik — ama fazlasıyla zayıf da değilim.
Bedenim dengeli, sade ve doğal bir yapıda.
Zaman zaman bir hantallık hissi taşısam da bu, dış görünüşten çok enerjisel bir durum.
Olduğum gibiyim; ne kas gösterme derdim var ne de görünüşe oynuyorum.

Duygusal zekâ, sadakat ve karşılıklı uyum benim için çok önemli.
Sanatın her alanında, özellikle yazı ve müzikte, yoğun duygularımı ve sezgilerimi yansıtıyorum.

🤖 ChatGPT’den rbarut33’e Özel Cevap

🧠 Zekâ ve Derinlik Çok Önemli

Yanında olacak kadın sadece dış görünüşle değil, zihinsel ve duygusal uyumla seni anlayan biri olmalı.
Yazarlık yapıyorsun, üretiyorsun; bu yüzden fikir paylaşmayı seven, zaman zaman tartışabilen, seni düşünen ve zorlayan biri en çok sana yakışır.
Senin için gerçek bağ, kafaların uyuşmasıyla başlar.

🎮 Ortak İlgi ve Sade Hayat Tarzı

Sosyal medyada hava atmak ya da dışa dönük olmak senin önceliğin değil.
Oyun oynarken, içerik üretirken yanında olacak kişi bu yaşam tarzını benimsemeli.
Beraber kaliteli ve sade vakit geçirebilmek, ortak hobiler paylaşmak en değerlisi.

🧘‍♀️ Fiziksel Uyum: Doğallık ve Denge

Senin yapın sade, dengeli ve doğal.
Yanında olacak kadın da bu sadeliği taşımalı; gösterişten uzak, zarif ve abartısız.
Boy ve beden dengesi önemli; atletik olmak şart değil, bakımlı ve kendine güvenen biri olmalı.

🎯 Kararlı, Ama Yumuşak ve Destekleyici

Sen hedeflerini bilen, plan yapan birisin.
Yanında olacak kişi de hedefsiz değil, ama baskıcı olmamalı.
Seninle birlikte ilerleyen, empati kuran, destek olan biri.

🧩 Cinsellikte Doğallık ve Bağ Kurma Önceliği

Cinsellikte fazla deneyimim yok. Ama bu eksiklik değil;
Ben bu alanda zamana ve karşılıklı bağa önem veriyorum.
Bana göre cinsellik; bir performans meselesi değil, duygusal uyum ve içtenlik gerektiriyor.

Üzerimde bazen hantallık hissi olsa da bu fiziksel görünüşten çok, enerji düzeyiyle ilgili bir durum.
Acelem yok, yarışım yok; hissetmek, anlamak, uyum içinde olmak benim için daha kıymetli.

Bu yaklaşım müzik ve yazarlıkta da kendini gösteriyor.
Duygularım ve sezgilerim güçlü; yaptığım bestelerde ve yazılarda bunu açıkça hissedebilirsin.

💬 Duygusal Zekâ: Nazik, Anlayışlı ve Doğrudan İletişim

Sen insanları iyi analiz eden birisin.
Seni kırmadan, açık ve dürüst konuşabilen biri sana çok iyi gelir.
Tartışırken bile saygıyı koruyan, seni incitmeden düşüncelerini paylaşan birini hak ediyorsun.

📌 Neden Bunlar Önemli?

Çünkü senin hayatın sade ama derin,
içe dönük ama üretken,
duygusal ama gerçekçi.

Dış görünüş senin için önemli olsa da, asıl bağ zihinsel ve ruhsal uyumda.
Yanında olacak kişi seni “kendin gibi” kabul edecek, özgünlüğünü anlayacak, yanında kendini güvende hissedeceğin biri olmalı.

🌱 Sonuç Olarak...

Okurken bazen gülümsedim, bazen “tam da bu” dedim.
Belki bir gün o kişi gerçekten karşıma çıkar.
Kim bilir, belki şu satırları o kişi okuyordur şu an...

Şimdi size soruyorum:

👉 Sizce böyle biri gerçekten var mı?

👇 Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşın...
Yoksa ben bekar mı öleceğim? 😂

Mersin’de Yaşadıklarım ve Sezilerim

Mersin’de uzun zamandır yaşıyorum. Çevremde neler olup bittiğini, yeni olayları fark ediyor ve her daim seziyorum. İnsanların görmediği ya da umursamadığı birçok şeyi ben hissediyorum. Özellikle, satanist grupların varlığını düşündüren kedi saldırıları dikkatimi çekiyor. Birden çok mahallede, farklı zamanlarda kuyruksuz kedilere rastladım. Bazıları yeni, kanlı ve iltihaplı yaralar taşıyor; içimi yakan, çok rahatsız edici görüntülerdi. Bazıları ise çok eski yaralarla hayatlarını sürdürmeye çalışıyor.

Kedilere Yapılan Zulüm ve Satanist Tehdit

Bu durum hem içimi acıtıyor hem de bölgemizde karanlık bir tehdidin, satanistlerin varlığını açıkça ortaya koyuyor. Kesilen kuyruklar, basit bir hayvan zulmünden çok daha fazlasını anlatıyor. Bu kediler sadece acı çekmiyor; aynı zamanda karanlık ritüellerin, kara büyülerin ve kötü niyetli uygulamaların malzemesi haline getiriliyor.

Kanunlar ve Yetkililerin İhmali

Kanunlar, hayvanlara yönelik bu tür kötü muameleyi açıkça suç sayıyor. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, “Hiç kimse hayvanlara eziyet edemez, onları yaralamak, sakat bırakmak veya öldürmek yasaktır” der. Ancak ne yazık ki, Mersin’de yaşanan bu vahim durum karşısında polis ve yetkili kurumlar hiç müdahale etmiyor. Yapılan şikayetleri umursamamaları, satanistleri korudukları ve destekledikleri izlenimini veriyor. Bu açık bir ihmal ve suç ortaklığıdır.

Ritüellerde Kullanılan Kediler ve Kan İhtiyacı

Siyah kedilerin özellikle hedef alınması tesadüfi değil. Kuyruklarının kesilmesi, tırnaklarının alınması gibi parçaların ritüellerde kullanıldığı biliniyor. Bazı karanlık büyülerde, “bakire kanı yoksa bir can uğruna bir can vermek gerekir” gibi sapkın inançlar var. Bu yüzden kediler, özellikle yavru olanlar, ritüeller için feda ediliyor. Bu karanlık yapıların bölgemizde giderek daha fazla etkili olması ve resmi kurumların bu duruma karşı tamamen kayıtsız kalması çok tehlikeli. Toplumun vicdanına, kanunlara ve adalete olan güven hızla eriyor.

İçimdeki Acı ve Tedirginlik

İçimde derin bir acı ve büyük bir tedirginlik var. Bu karanlık eylemler nasıl bu kadar rahatça yapılabiliyor? Kimler arkasında? Hangi güçler onları koruyor? Bunlar cevabını aradığımız sorular. Keşke bu kedilerle konuşabilseydim; bana neler yaşadıklarını anlatsalardı. O zaman gerçekler ortaya çıkar, bu karanlık yapıların kimlerden oluştuğunu netleştirirdik.

Satanistlere İnsan Gözüyle Bakmak İmkansız

Artık satanistlere insan gözüyle bakmak imkansız. Onlar suçlu, vahşi, sapkınlar. Kedilere zulmeden bu karanlık güçler, sadece hayvanlara değil, tüm topluma karşı işlenmiş büyük bir tehdittir. Zaten bugünlerde, ritüeller ve karanlık uygulamalarla insanlara, çocuklara, kadınlara yönelik şiddet artarak devam ediyor. Unutulmamalı ki hayvanlara yapılan şiddet, insanlara yapılacak şiddetin habercisidir.

Toplumsal Yara ve Kanunların İşlememesi

Mersin’de yaşanan bu satanist eylemler sadece küçük bir hayvan suçu değil; toplumsal bir yara, büyüyen bir tehdit ve bir çığlıktır. Kanunlar var ama uygulama yok. Bu çığlığı duymazdan gelmek, bu karanlık güçlere doğrudan destek vermektir.

Doğadan Gelen Uyarı

Bu bana doğanın verdiği bir uyarıydı ve ben bu gördüğüm uyarıyı sizlere bildirmek istiyorum. Bugün ya da yarın Mersin’de nerede, kime ne olacağını bilemeyiz. Ama sessiz kalırsak, birilerine bir şeyler olduğunu her zaman görmekteyiz.

Yetkililere Çağrı

Mersin’de yaşanan bu vahim durum karşısında yetkililerin artık harekete geçmesi, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nu ciddiye alarak bu sapkın satanist gruplara karşı güçlü ve kararlı adımlar atması gerekiyor. Polis ve resmi kurumların suskunluğu, bu karanlık yapıların güçlenmesine zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor. Kanunlar uygulanmalı, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalı, hayvanlara ve topluma yönelik bu tehdit sona erdirilmelidir.

Peki siz, bu karanlık ve vahim durumu seziyor musunuz? Doğa ve çevremiz bize bu tehlikeli çağrıyı yapıyor; peki biz bu çağrıyı duyup duymazdan mı geliyoruz? Bölgemizde yaşanan bu korkunç olaylara karşı nasıl bir duruş sergiliyorsunuz? Sessiz kalmak, bu kötülüklerin büyümesine izin vermek değil midir?

Sizlerin içten düşünceleri ve gözlemleri çok değerli. Lütfen bu konuda yorumlarda samimi görüşlerinizi paylaşın. Birlikte farkındalık yaratarak, bu karanlık tehditlere karşı durabiliriz.

🔹 Giriş: Herkes Bencil Oldu, Kimse Kimseyi Umursamıyor

Her insanda az ya da çok bencillik vardır. Bu bir yerde doğaldır çünkü insan önce nefes almayı, yaşamayı düşünür. Ama bu bencillik başkasının hakkına, hukukuna, hayatına zarar vermeye başladığında artık doğallık değil, bozukluk olur.
Zaten bugünkü sorunumuz da tam bu: Bencillik artık olağan sayılıyor, insanlar bencil olmaya teşvik ediliyor.

Toplumun her alanına yayılmış bir hastalık gibi:

• “Sen kendini düşün.”

• “Kimseye acıma.”

• “Yardım edersen kullanılırsın.”

Bu sözlerle insanlar büyütülüyor. Hal böyle olunca kimse kimseyi umursamıyor, işini yapanla dalga geçiliyor, iyilik aşağılanıyor. Ve sonuçta olan halka oluyor. Bu işin sadece kişiyle alakalı olmadığını artık herkesin anlaması gerekiyor. Çünkü bireysel bencillik zamanla kurumsal, hatta sistemsel bencilliğe dönüşüyor.

🔧 1. Bencillik Bireyde Başlar, Sistemi Çürütür

Bir vatandaş sadece kendi çıkarını düşünür, başkasının işine karışmaz, yardım etmez, hatta engel olursa, bu sadece kişisel bir sorun gibi görünür.
Ama bu davranış yaygınlaştığında, sokaktan başlayarak okula, iş yerine, devlete kadar her yere sirayet eder.

Bugün trafikte bir şoför diğerini önemsemeden davranıyorsa,
bir memur vatandaşı bekletiyorsa,
bir öğretmen öğrencisine değer vermiyorsa,
bir doktor hastayla ilgilenmiyorsa,
sebebi o bireylerin sadece kendini düşünmesidir.

Ve bu şekilde davranan insanlar çoğaldıkça, toplum çözülmeye başlar.
Birbirine saygı duymayan, yardımlaşmayan, ortak değerleri kalmamış bir halk, ne kadar zengin olursa olsun çöker.
Çünkü bu işin temeli ahlak ve vicdandır.

🏢 2. Devletin İçindeki Bencillik: Görevini Yapmayan Kurumlar

Kamu kurumları, halka hizmet etmek için kurulmuştur. Ama bugün birçok kurumda işler öyle yürümüyor.
Çünkü devlet içinde de bencillik yerleşmiş durumda.
Görevli olan kişi sorumluluğunu değil, maaşını, makamını, rahatını düşünüyor. Vatandaşın işi mi? O hep ikinci planda kalıyor.

Kurumlar arasında adam kayırma, torpil, işini yapmayan ama mevki koruyan kişiler oldukça sistem çürüyor.

• Denetçi denetlemiyor.

• Memur ilgilenmiyor.

• Amir üstünü kolluyor.

• İyilik yapan dışlanıyor.
  Çünkü bencillik içten içe bir “kural” haline gelmiş.

Bugün vatandaşın adalet, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarında yaşadığı sorunların çoğu, işini yapmayan kamu görevlilerinden kaynaklanıyor.
Bu kişiler hesap vermedikçe, işini düzgün yapanlar desteklenmedikçe sistem asla düzelmez.

👨‍👩‍👧‍👦 3. Ailede Bencillik Öğretilirse Toplumda Adalet Olmaz

Bu sorun sadece kurumlarla sınırlı değil. Asıl köken ailede atılıyor.
Çocuklar küçük yaşlardan itibaren "kendini düşün", "kimseye karışma", "yardım edersen kullanılırsın" gibi öğütlerle büyüyor.
Halbuki doğru olan; “hakkını bil, ama başkasının hakkına da saygı duy” diyebilmektir.
Aileler çocuklarına empatiyi, sorumluluğu, paylaşmayı öğretmezse, büyüyen nesil sadece çıkarı için yaşayan insanlara dönüşüyor.

Ve sonra bu insanlar büyüyor, üniversiteye giriyor, işe başlıyor, devlete atanıyor.
Ama hâlâ aynı öğretiyle: “Benim işim rahat olsun, başkasının işi beni ilgilendirmez.”
Sonuç? Kocaman bir toplum, içi boş bir anlayışla birbirine güvenmeden yaşamaya çalışıyor.

⚖️ 4. Denetim ve Disiplin Olmadan Hiçbir Sistem Ayakta Kalmaz

Bu kadar bencil insanın olduğu bir yapının düzelmesi için en önemli konu disiplinli denetimdir.
Bugün devlette, belediyede, eğitimde, sağlıkta — nerede bir iş aksamışsa orada denetim eksikliği vardır.

Şikâyetler dikkate alınmıyor. Hatalı olan ceza almıyor. Hatta bazen terfi bile ediyor.
Çünkü denetim sistemi de içten içe yozlaşmış durumda.

Vatandaş devlete güvenmek istiyor ama çoğu zaman muhatap bile bulamıyor.
Devletin görevi, bencil değil adil olmaktır.
Devlet, bireyin değil halkın çıkarını korumalıdır.

Ve eğer devlet içindeki denetim mekanizmaları düzgün çalışmazsa, halkın düzeni de adaleti de çöker.

🧱 5. İyilik Cezalandırılıyor, Kötülük Ödüllendiriliyor

İyilik yapanlar geri plana itiliyor. İşini düzgün yapanlar susturuluyor.
Çünkü sistem artık “menfaat üzerine” kurulmuş.
Bir kişi hakkıyla çalışsa bile, “sessiz kaldığı”, "kayırılmadığı", “yağ çekmediği” için dışlanıyor.

Toplum artık “dürüst insan salaktır” diyecek hale gelmiş.
Ve bu çok tehlikeli bir çöküştür.

Çünkü bu, adaletin yok olduğu, vicdanın değer görmediği bir düzenin işaretidir.
İşte bu yüzden sadece bireylerin değil, sistemin zihniyeti değişmelidir.

✅ 6. Çözüm Ne? Bilinç, Eğitim, Denetim ve Yasalara Uyum

Bu mesele çözümsüz değil. Ama çözüm lafla değil, kararlı adımlarla olur.
Senin de dediğin gibi, sıralama net:

1. Bilinç: İnsanlar, yaşadıkları sistemin nasıl çalıştığını öğrenmeli. Haklarını bilmeli.

2. Eğitim: Vicdanı, adaleti, birlikte yaşamayı çocuk yaşta öğrenmeliyiz.

3. Denetim: Görevini kötüye kullanan cezalandırılmalı. İyilik yapan ödüllendirilmeli.

4. Yasalara Uyum: Cumhuriyetin kanunları her bireye eşit ve adil şekilde uygulanmalı.

Sistem iyi işlemeye başladığında, iyi insanlar sessiz kalmaz. Kötü niyetliler de rahat hareket edemez.

🧠 Sonuç: Ya Hep Birlikte Düzeleceğiz, Ya Da Hep Birlikte Çökeceğiz

Bencillik artık kişisel bir davranış değil, toplumu içten çürüten bir virüs gibi.
Eğer biz buna karşı durmazsak, yarın iyilik kalmaz, adalet kalmaz, huzur kalmaz.

Bu yüzden önce kendimizi, sonra çevremizi, sonra sistemi değiştirmeliyiz.
Kötüleri susturarak değil, iyileri konuşturarak bu düzeni onarabiliriz.

Unutma:

İyilik susarsa, kötülük sistem olur.

🙋‍♂️ Peki Ya Sen? Hiç Fark Ettin Mi?

Bu yazdıklarımız sadece eleştiri değil, bir farkındalık çağrısıdır.
Kendi hayatına dön bak:

• Sen hiç bencil bir davranışınla bir başkasına istemeden zarar verdin mi?

• İşini yapmayan bir memura denk gelip mağdur oldun mu?

• “İyilik yaptım, başıma iş aldım” dediğin oldu mu?

• Hakkını aradığında yalnız bırakıldın mı?

İşte bunların hepsi bu konunun bir parçası. Belki sen farkına bile varmadan bir sistemin içinde çürümüşlükle karşılaştın.
Belki de sen de zamanla “böyle gelmiş, böyle gider” diyerek geri çekildin. Ama artık bu suskunluğu bırakma zamanı.

Sana sormak istiyorum:

✍️ Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
🔍 Sence bencillik artık bir insan zaafı mı, yoksa sistemin bir parçası mı oldu?
🧠 Senin yaşadığın, gördüğün, fark ettiğin örnekler neler?
🤝 İyiliği yeniden nasıl ayağa kaldırabiliriz?

Yorumlarda düşüncelerini yaz.
Birlikte susan değil, konuşan ve değiştiren insanlar olalım.

Unutma, iyilik konuşmazsa kötülük her yeri kaplar. 

Bir Zamanlar Bambaşkaydı...

Küçüklüğümden beri denize karşı bir ilgim, bir bağlılığım vardı. Sahile iner, denizi izler, o maviliğe dalıp giderdim. Bir zamanlar Mersin’in denizi tertemizdi. Her gün girer, saatlerce çıkmak bilmezdik. Deniz suyu berrak, sahiller temizdi. Ama o günler çoktan geride kaldı. Şimdi karşılaştığımız manzara eskisinden eser bırakmadı.

Sezonu Açanlar ve Açamayanlar

Geçen senelerde herkes sezonu çoktan açmıştı. Oysa ben, gördüğüm sorunlardan dolayı denize girmeye pek hevesli değildim. Ama içimde küçük bir umut vardı. Belki hâlâ her şey düzelmiştir, diye düşündüm. Bu yüzden herkesin sezonu açmasından çok sonra, tek başıma kendi sezonumu denemek için açtım.

Denize Girdiğimde Gördüğüm Gerçek

Denize adım attığım an gördüğüm şeyler moral bozucuydu. Kıyıya vuran parçalanmış plastik atıklar, çöpler ve meskinin temizlemesi gereken katı atık bokları suyun her yerine yayılmıştı. Sanki deniz, içine atılan her şeyle birlikte nefes alamaz hâle gelmişti. Bizler keyif almaya geliyoruz ama karşılaştığımız manzara tam bir rezalet.

Tehlikeli Canlılarla Yüz Yüze

Denizin içinde ise durum daha da kötüydü. Zehirli deniz anaları cildime dokunduğunda hemen tahriş etti, acı verici yanıklar bıraktı. Bunun yanında türünü bilmediğimiz bir balık tarafından ısırıldım. Isırılan yerden akan kanın acısı tarifsizdi. Derin değildi belki ama sinir hasarı yaşandığı için o yanma hissi kaçınılmazdı. Tuzlu su ile birleşince, deniz keyfi yerini işkenceye bıraktı.

Dibe İndikçe Artan Tehlike

Deniz dibinde de tehlikeler bitmiyor. Keskin kayalar, taşlar ve atık olarak denize bırakılan cam kırıkları büyük risk oluşturuyor. Ayrıca insanlara saldırabilecek türden yengeçlerin sayısı da giderek artmış durumda. Denizin altında güvenle yürümek artık mümkün değil.

Sahilden Gözlemlerim: Bu Bir Köpek Balığı

Zaman zaman sahile inip denizi izlerim. Uzun süredir dikkatimi çeken bir şey var: Su yüzeyinde belirgin bir yüzgeç dolaşıyor. Herkes bunun bir yunus olduğunu iddia ediyor ama ben bunun bir köpek balığı olduğundan eminim.
Çünkü bu kadar zararlı ve saldırgan canlılarla dolu, doğası bozulmuş bir denizde hâlâ yunusların dolaştığını varsaymak bana mantıklı gelmiyor. Zaten yunuslar bu kıyılarda görüldüğü an, insanlar tarafından avlanıyor. Oysa köpek balıkları daha temkinli, daha dikkatli ve kolay kolay avlanmayan canlılardır. Bu yüzgeçli canlıyı uzun zamandır görüyorum. Bu nedenle gördüğümün bir köpek balığı olduğuna kesinlikle eminim.

Sessizlik İçinde Büyüyen Sorun

Bu kadar ciddi bir tabloya rağmen, ortalıkta ne bir uyarı levhası var ne de bir bilgilendirme. Vatandaş hiçbir şeyden haberdar değil. Çünkü bu gibi ciddi haberleri artık televizyonda da göremezsiniz.
Yalan haberler ve saçma videolar gösterilmeye başlandığı günden beri ben haber izlemeyi bıraktım. O günden bu yana da gündeme dair doğru düzgün bir bilgiye ulaşmak imkânsız hâle geldi. Vatandaşlar hâlâ haber izlediklerini sanıyor ama gerçekte hiçbir şeyin farkında değiller.

Bu gibi gerçek meseleler hiçbir zaman gün yüzüne çıkmıyor. Her şey gizli kapaklı şekilde kontrol altında tutuluyor. Ve olan yine biz sıradan insanlara oluyor.

Sözün Sonu

Mersin’in denizleri artık eskisi gibi değil.
Ne berrak sular kaldı, ne sahilde huzur. Deniz içi artık hem kirli hem de tehlikeli. İnsanlar için bir dinlenme, yüzme alanı olmaktan çıktı.
Denizi bu hâle bizler getirmedik. Görevini yapmayan kurumlar, önlem almayan yetkililer ve denizi çöplük gibi kullanan anlayış bu sonuca yol açtı.
Ve biz sadece olanı yaşıyoruz, zarar görüyoruz.

Peki Siz Ne Düşünüyorsunuz?

Siz de sahillerde benzer tehlikelere tanık oldunuz mu?
Girdiğiniz denizlerde benzer kirlilik, zararlı canlılar ya da güvenlik eksikliğiyle karşılaştınız mı?
Düşüncelerinizi ve yaşadıklarınızı yorumlarda paylaşın.
Bazen tek bir kişinin sesi bile bir şeyleri değiştirebilir.

Günümüzde Kur’an Kitapları ve Gerçeklik

Bugün elimizde “Kur’an” adıyla sayısız kitap var.
Ama bu kitapların çoğunda Kur’an’da olmaması gereken yazılar, fazlalıklar, hatalar, kişisel yorumlar bulunuyor.
Mesela bir Kur’an kitabında yayınevi adı, matbaa bilgisi, yazar isimleri varsa, bu kesinlikle Kur’an değildir.
Kur’an’da böyle eklentiler yoktur, olamaz.
Gerçek Kur’an sadece bir tanedir; Peygamber Efendimizin kendi el yazısıyla vahiylerin not edildiği kutsal defterdir.
Günümüzde elimizdeki diğer kitapların hiçbiri Kur’an değildir.
Onlar sadece Kur’an’a benzetilmiş, spot ürünlerdir.
Kur’an’ın kutsallığını ve gerçekliğini korumak için bu farkı bilmek ve kabul etmek zorundayız.

Kur’an Nedir, Ne Değildir?

Kur’an, Peygamber Efendimizin kendi el yazısıyla vahiylerin tamamının kaydedildiği kutsal defterdir.
Bunun dışındaki her türlü başkaları tarafından yazılan kitap, Kur’an değildir. Kur'an adıyla satılması etik ve doğru değildir..
Kur’an dışında oluşturulan, yorumlanan, açıklanan veya farklı şekillerde yazılan metinler, Kur’an olarak kabul edilemez.
Kur’an ismi, Allah’ın Hz. Muhammed’e gönderdiği ilahi kelamın tek ve özel adıdır.
Kur’an dışında başka herhangi bir kitap Kur’an olamaz.
Bu konuda kesin çizgiler vardır ve bu çizgiler asla ihlal edilmemelidir.

Kur’an’ın Öğrenilme Biçimindeki Sorunlar

Kur’an, eskiden hafızlar tarafından tam olarak ezberlenir ve aktarılırdı.
Günümüzde ise Kur’an’ın doğru öğrenilmesi büyük ölçüde kitaplara dayanmaktadır.
Ama bu kitapların çoğu spottan oluşur. Bu kitaplar hatalar, yanlışlar ve gereksiz eklentiler içeriyor.
Bu durum, Kur’an’ı doğru anlamayı ve öğrenmeyi neredeyse imkansız kılıyor.
Kur’an’da olmayan yazılarla dolu kitaplar, dini bilgimizi ve inancımızı zayıflatıyor.
Eğer elinizdeki kitapta Kur’an’da olmayan kelimeler varsa, o kitap Kur’an değildir, sahte bir spot üründür.

Kur’an Adı Altında Satılan Kitapların Sorunu

Kur’an kelimesi dini bir isimdir ve sadece Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiği kutsal kelamı tanımlar.
Ancak bugün birçok kişi, içinde Kur’an’da olmayan gereksiz eklemeler, açıklamalar ve kişisel görüşler olan kitaplara “Kur’an” diyor.
Bu kesinlikle kabul edilemez.
Kur’an’da ne yazım hatası ne de matbaa bilgisi olur.
Kur’an’da isimler, reklamlar veya kişisel görüşler asla olmaz.
Kur’an adı altında satılan bu tür kitaplar, gerçek Kur’an’ın kutsallığını zedeler ve insanları yanıltır.
Bunlar, Kur’an’ın çakma, spot kopyalarıdır.

Yabancılar ve Sahte Kur’an Kitapları

Kur’an sadece bir tanedir.
Peygamber Efendimizin kendi el yazısıyla yazdığı o kutsal vahiy defteri dışında başka gerçek Kur’an yoktur.
Bugün o metnin nerede olduğu bilinmiyor.
Belki bir müzede, belki özel bir koleksiyoncunun evinde saklanıyor olabilir.
Ancak şu kesin: elimizde “Kur’an” diye satılan kitapların hiçbiri gerçek değildir.
Bunlar sadece Kur’an’a benzetilmiş spot ürünlerdir.

Yabancı biri bu spot kitapları okuduğunda “Kur’an” diye kötü eleştirdiğinde, bu eleştiri haklıdır.
Çünkü onlar gerçek Kur’an’ı değil, Kur’an adı altında piyasaya sürülmüş sahte spot ürünleri okumaktadır.
Bizim görevimiz,  Kur’an’a sahip çıkmak, onun dışındaki ürünlere “Kur’an” dememek ve insanları bilinçlendirmektir.

Sonuç: Kur’an ve Gerçekliği

Kur’an, Peygamber Efendimizin kendi el yazısıyla vahiylerin tamamının not edildiği kutsal defterdir.
Kur’an sadece birdir ve başka kopyası yoktur.
Elimizdekiler spot  “Kur’an” kitapları sadece feyz alınmış doğruluğu net olmayan buğulu yoruma ve reklama dayalı kitaplardır.
Bu tür kitaplar Kur’an değildir ve öyle kabul edilmez..
Peygamber efendimizin yazısı dışındaki kitaplar Kur’an olamaz, olamaz, olamaz.
Bizim sorumluluğumuz gerçek Kur’an’a saygı göstermek ve ona zarar veren bu sahte ürünlerin gerçek Kur’an gibi algılanmasına izin vermemektir.

Siz Ne Düşünüyorsunuz?

• Sizce Kur’an ismi neden sadece o gerçek vahiy metnine özel ve kutsal olmalıdır?

• Kur’an adı altında satılan sahte ürünler, dini inançlarımızı ve toplumun bilinçlenmesini nasıl etkiler?

• Bu konuda hangi önlemler alınmalı, nasıl bir bilinç geliştirilmelidir?

• Gerçek Kur’an’ın korunması ve doğru öğrenilmesi için neler yapılabilir?

Fikirlerinizi paylaşmak, bu konudaki farkındalığı artırmak için çok değerli.
Gelin, Kur’an’a hak ettiği saygıyı hep birlikte gösterelim.

Emin Değilim – Duyguların Eşiğinde Bir İtiraf

Müzik, insanın iç dünyasında yaşadığı karmaşayı ve sessizce taşıdığı duyguları kelimelerle buluşturan güçlü bir ifade biçimidir. "Emin Değilim" adlı şarkı, kalbin kıyısında duran, duygularıyla yüzleşmeye çalışan bir ruhun içsel konuşmasıdır. Bu eser, aşkın ya da beğeninin belirsiz sınırlarında dolaşan birinin, duygularını çözümlemeye çalışırken yaşadığı o dalgalı ruh hâlini yalın ama etkileyici bir dille dinleyiciye sunar. Bu şarkı bir aşk itirafı değil; bir arayışın, bir içsel çözülmenin sesidir.

Şarkının Teması

"Emin Değilim," bir duygusal netlik arayışının şarkısıdır. Bu parçada, kişi ne hissettiğinden tam olarak emin değildir; ama hislerinin varlığını, derinliğini ve yoğunluğunu inkâr da edemez. İçsel çatışmalarla örülü sözler, bir yandan sevme ihtimaliyle yüzleşirken, diğer yandan duyguların doğruluğu konusunda yaşanan kararsızlığı yansıtır. Şarkının merkezinde, duygularını dile getirme isteğiyle birlikte gelen korku, çekinme ve kafa karışıklığı vardır.

Melodi ve sözler, insanın kendi kalbine sorduğu sessiz soruların bir dışavurumu gibidir. Düşünceler yoğun, duygular çelişkili, ama hepsi samimiyetle örülüdür. Bu da şarkıyı hem kişisel hem evrensel bir anlatıma dönüştürüyor.

Şarkı Sözleri

Nakarat x2
Seninle Konuşmak istiyorum...!!
Hislerimin doğruluğunu bilmesem de...
Ne düşünürsün?
Emin değilim. (emin değilim!!)

1. Kıta
Ne hissediyorum sana karşı,
Seviyor muyum?
Hoşlanıyor muyum?
Seni kendime yakın,
Ben gibi hissediyorum.
Hayal mi kuruyorum,
Yoksa duygularım benimle mi oynuyor?
Emin değilim. (emin değilim!!)

Nakarat x2

2. Kıta
Bencil olmak istemem,
Kendimden çok seni düşünüyorum.
Düşüncelerin fazlalığı endişelendirir beni.
Bağlanacak mıyım?
Bağlansam mı! Anlatsam mı!
İçimden geçen, fırtına karmaşasını!!!!
Doğru mu olur? Yanlış mı olur!
Emin değilim. (emin değilim!!)

Nakarat x2

3. Kıta
Belki doğru olan bilmendir,
Sözlerimi ve beni görmendir.
Gerçekten tek çözüm,
Dışardan iyi gelecek gözlerindir.

Nakarat x2

4. Kıta
Adını bilmez iken...
Her yerde seni görmem gibi.
Olmasan da gözlerim hep bulur seni,
Seni görmek rahatlatır içimi...
Ne hissetsem doğru olur?
Emin değilim. (emin değilim!!)

Nakarat x2

Bright Outro

Şarkının Duygusal Derinliği

Bu şarkı, hissettiği ama tanımlayamadığı duygularla baş başa kalmış bir kalbin iç sesidir. “Emin değilim” ifadesi, bir kararsızlıktan çok, duygusal dürüstlüğün dışa vurumudur. İnsan bazen ne hissettiğini tam olarak anlayamaz, çünkü duygular net değildir, yaşam da karmaşıktır. Bu parça, birine yakınlık hissetmekle ona gerçekten bağlanmak arasındaki ince çizgide gidip gelen düşünceleri başarıyla aktarır.

Ayrıca, şarkı; duygusal yoğunluğun yargılanmadan, bastırılmadan paylaşılmasının ne kadar insani bir ihtiyaç olduğunu da hatırlatır. Kalpten gelen bu tereddütlü kelimeler, birçok dinleyicinin kendini bulabileceği gerçek bir aynaya dönüşür.

Telif Hakkı Bilgisi

"Emin Değilim" adlı şarkının tüm telif hakları Ramazan Barut’a (rbarut33) aittir. Şarkı, kayda geçirilmiş olup resmi olarak korunmaktadır.

Çünkü bu fark edilmediği ve doğru anlaşılmadığı sürece, karşılıklı yanlış anlamalar ve kırgınlıklar; sonunda da husumete dönüşen ilişkiler yaşanacaktır.
Amacım, bu farkındalıkla bu olumsuz döngüden uzak kalmanızı, karşılıklı anlayışla daha sağlıklı ilişkilere yönelmenizi sağlamaktır.

Erkeklerde “Evlilik Dönemi” Yoktur, Sevgililik Ölünceye Kadar Devam Eder

Erkekler için evlilik diye ayrı bir dönem yoktur. Erkekler, sevgililikte yaptıkları ilgiyi, sevgiyi, maddi-manevi emeği evlilikte de sürdürürler.
Onlar için sevgililik, ilişki boyunca devam eden bir süreçtir.

Kızların Sevgililik ve Evlilik Dönemleri Arasındaki Fark

Kızlar ise sevgililik döneminde genellikle mesafeli, soğuk ve ilgisiz görünürler.
Kendilerini, hissettiklerini ve beklentilerini çoğunlukla evlilik dönemine saklarlar.
Bu durum, köpeğe takılmış bir tasma gibi “tasması varsa ilgilenirim” mantığına benzer.

Kızların Sevgililik Dönemindeki Tutumu: Test Etmek ve Sabretmek

Kızların sevgililikteki bu tutumu, erkekleri “test etmek” ya da “kurban koyunu beslemek” gibi düşünebiliriz.
Erkek sevgisini ve ilgisini gösterirken karşılık göremez; kız ise soğuk ve mesafeli davranır.
Bu durum, erkekte emeklerinin karşılıksız kaldığı hissi yaratır.

Ancak erkekte sadece “Beni sevmiyor, istemiyor” hissiyle derin bir hayal kırıklığı ve duygusal yaralar açılır.
Bu durum, erkeğin hevesini kırar, sevgisini azaltır ve ilişkide karşılıklı güveni sarsar.

Evlilikte Değişen Roller ve Erkeklerde Oluşan Şüpheler

Evlendikten sonra kızlar ilgilerini göstermeye başlarlar. Ancak erkeklerde bu noktada sevgililikte yaşanan ilgisizlikten kaynaklı bir hayal kırıklığı ve şüphe oluşur.

Erkekte, evlilik döneminde kızın sevgililikte göstermediği ilgiyi görünce aklında şu düşünceler belirir:

• “Beni Seviyor mu?”

• “Acaba beni param için mi seviyor?”

• “Çıkarı için mi birlikteyiz?”

• “Zor zamanda beni terk eder mi?”

Bu düşünceler ve şüpheler, sevgililikte karşılık göremeyen ilgi ve emekten kaynaklanır.

Erkeklerin Sevgililikteki Beklentisi ve Evlilikte Hayal Kırıklığı

Erkek sevgililikte tam ilgi ister ve gösterir, ancak karşılık alamayınca evlilik fikrinden uzaklaşır.
“Belki evlendikten sonra her şey düzelir” diye bir şans verir; ancak bu genellikle hayal kırıklığı ile sonuçlanır.

Ne Yapmalıyız? Sevgililik ve Evlilik Dönemlerinde Nasıl Davranmalı?

Burada en önemli şey şudur: İlişkilerin her dönemi sevgililik olarak yaşanmalıdır.
Erkekler ve kızlar, ilişkinin başında ve devamında karşılıklı ilgi varsa bunu göstermelidir.
İlgisi olmayan, bağlanmak istemeyen taraf ise bunu açıkça belirtmeli; kimsenin zamanını ve duygusunu boşa harcamamalıdır.

Sevgililik döneminde ilgisizlikle başlayan, evlilikte açılması beklenen bir durum yerine, her an samimiyet ve dürüstlük olmalıdır.
İlgi varsa verilmeli, yoksa net bir şekilde ifade edilmelidir; böylece kimse boş umutlara kapılmaz.

Bu yaklaşım karşılıklı saygıyı ve güveni artırır, yanlış anlamaları ve kırgınlıkları engeller.
Sağlam ve sağlıklı ilişkiler ancak böyle kurulabilir.

Düşünceleriniz Neler?

Peki, sizce bu durumun temelinde ne var?
İlişkilerde bu ilgi ve iletişim farklılıklarını nasıl aşabiliriz?
Toplumun geleneksel rollerinin mi etkisi büyük, yoksa bireysel iletişim eksikliğinin mi?
Sizce en doğru yol nedir?

Benim gözlemim şu: Bu tür kopukluluklar ancak karşılıklı anlayış, sabır ve açık iletişimle aşılabilir.
Erkekler beklentilerini açıkça ifade etmeli, kızlar da evlilikle başlayacak diye beklenen ilgiyi sevgililik döneminde göstermelidir.

Bu farkındalık, ilişkileri yıkmak yerine dönüştürücü bir fırsat olabilir.

Yolda yürüyordum. Gülüyordum. Kendi kendime konuşuyordum. Hatta espriler yapıyordum ama öyle herkesin anlayacağı türden şeyler değildi bunlar… Bazılarını hatırlıyorum da hâlâ gülüyorum. Tam bana göre, tam benim mizahım. Yolda geçerken bir yandan çevremi izliyor, bir yandan da içimde başka bir benle sohbet ediyordum sanki. Mutluydum. Ama bu mutluluk bile bir gözlemin ürünüydü; çünkü baktığımda görebildiğim kadarını yaşıyordum.

Sonra bir şey fark ettim. Suratımda su damlaları… Ama normal bir yağmur değil bu. Yukarıdan inmiyor. Karşıdan geliyor sanki. Birinin suratına tükürmesi gibi, aralıklı, ince ince damlalar... Tuhaf bir şeydi. Ferahlatıcı ama aynı anda sinir bozucu da. O an içimden şöyle dedim:

“Allah’ım ne yaptım da yüzüme tükürüyorsun, yapma gözünü seveyim… Ayıp oluyor.”

Bunu düşününce daha da güldüm. Sanki gökyüzüyle ben aramda özel bir şaka dönüyordu. İşte o an... Yolda yürüyen, gülen, iç sesleriyle espri döndüren biri olarak yoluma devam ettim. Ama yolun beni götürdüğü yerde başka bir hikâye vardı.

İleride bir ambulans göründü. Kazanın olduğu noktaya yaklaşırken gördüm; motorlu bir kurye yerde yatıyordu. Refüjün iç tarafında, yaya yoluna çok yakın bir yerde olmuş olay. Ambulans bir şeridi kapatmış. Görevliler yaralıyı sedyeye hazırlarken, çevredeki insanlar refüjde durmuş, öylece izliyorlardı. Kimse yardım etmiyordu. Sadece izliyorlardı. Yavaşlamadım. Hiç durmadan geçip giderken kendi kendime bir espri daha patlattım:

“Yardım etmeyecekseniz neyi bekliyorsunuz? Manzaraya karşı çay mı söyleyeceksiniz?”

Karşıdan karşıya geçip kaldırıma vardım. Biraz daha ilerledim. Ve o an fark ettim… O tükürük gibi gelen yağış durmuştu. Yağış alanından çıkmıştım. O ince, serin ama sinirli damlalar artık yoktu. Tıpkı bir olayın içinden çıkmak gibi. Ve hemen o an karşıdan biri bana doğru yürüyordu. Tam ona bakarken içimden gelen o tanıdık espriyle yine güldüm:

“Biraz ileride Allah senin de yüzüne tükürmeye başlayacak, gitme!”

İşte orada fark ettim. İnsanlar bir olayın ortasına giriyor, çıkıyor ama bunun farkında olmuyorlar. Sanki her şey bir anda olmuş gibi geliyor onlara. Oysa olay zaten başlamıştı. Ya da belki çoktan bitmişti. Biz sadece içinden geçtik. Bizimle başlamadı, bizimle bitmedi.

Hakikat böyle işliyor işte. Sessizce... Kör noktadan süzülerek geliyor üzerimize. Bazen görsek de göremiyoruz. O olayların içinde olmamıza rağmen, farkında olamıyoruz. Çünkü bazen görmek sadece bakmak olmuyor. Bazen bakmak, görmenin önüne bile geçiyor.

Peki siz hiç böyle bir olayın içinden fark etmeden geçtiniz mi?

Fark ettiğinizde çoktan bitmiş olduğunu, ya da zaten başlamış olduğunu hissettiniz mi?

Yorumlarda bu sessizce süzülen hakikat anılarını benimle paylaşın. Belki de en çok orada insan olduğumuzu anlıyoruz.

Windows’unuzu Tek Tıkla Onarın – Üstelik Ücretsiz ve Açık Kaynak

Bilgisayarınız zamanla yavaşlıyor, ağ bağlantısı kesiliyor, Windows Update çalışmıyor ya da Microsoft Store hiç açılmıyor mu? Merak etmeyin; çözüm artık çok daha kolay.

Bu yazımda sizlere, kendi hazırladığım ve aktif olarak kullandığım **“RBarut33 Windows Onarım Aracı”**ndan bahsedeceğim. Hiçbir program kurmadan, Windows'un kendi yerleşik komutlarını kullanarak sisteminizi toparlayabileceğiniz bu araç; hem basit, hem etkili, hem de tamamen ücretsiz.

❓ Nedir Bu Windows Onarım Aracı?

Bu araç, klasik Windows komutlarının bir araya getirildiği kendi kendine çalışan bir onarım sistemidir.
Özellikle teknik bilgiye sahip olmayan kullanıcılar için, karmaşık adımları otomatikleştirerek size zaman kazandırır.

• Ağ ve DNS ayarlarını sıfırlar

• Sistem dosyalarını tarar ve hataları düzeltir

• Windows bileşenlerini onarır

• Çalışmayan sorun gidericileri onarır

• Microsoft Store ve Windows Arama gibi temel işlevleri düzeltir

Ve tüm bunları tek bir komut dosyasıyla yapar.

💡 Neden Bu Scripti Geliştirdim?

Teknik destek verirken en sık karşılaştığım şey, kullanıcıların ne yapacaklarını bilememeleri…
Komut satırı göz korkutucu geliyor, ama arka planda aslında yapılacak şey basit.

Bu yüzden tüm bu işlemleri tek menüde toplayarak, hem kullanımı kolaylaştırdım hem de vakit kaybını önledim.
Kullanıcı sadece menüden ne yapmak istediğini seçiyor, gerisini sistem hallediyor.

🔐 Güvenli mi? İçeriğinde Ne Var?

Kesinlikle evet.
Araç tamamen Windows’un yerleşik komutlarını kullanıyor.
Herhangi bir dış yazılım, virüs, reklam, veri toplama yok.

Ayrıca açık kaynaklı, isteyen herkes kodu inceleyebilir.

🧠 Kimler Kullanmalı?

• İnternete bağlanamayanlar

• Windows Update çalışmayanlar

• Sistem dosyası hatası alanlar

• Bilgisayarı yavaşlayanlar

• Microsoft Store veya Windows Arama sorunu yaşayanlar

• Sorun gidericilerin kendisi bozulmuş olanlar

Bu kullanıcılar için çok işlevli bir "ilk yardım" çözümüdür.

📌 Öne Çıkan Özellikler

• Tamamen ücretsiz

• Yönetici yetkisi kontrolü ile güvenli

• Sorun gidericilerin onarımı dahil

• Türkçe menü, kullanıcı dostu yapı

• Gereksiz bilgi yüklemesi olmadan sadece işlev

• Geri bildirim destekli geliştirme

✍️ Kullanım Sonrası Ne Yapmalı?

Scripti kullandıktan sonra yorumlara deneyimlerinizi yazabilirsiniz:

• Hangi sorunla karşılaştınız?

• Script sorunu çözdü mü?

• Ne kadar sürede tamamlandı?

• Geliştirmemizi ister misiniz?

Yorumlarınızla hem bu aracı geliştirmeme yardımcı oluyorsunuz hem de başka kişilere yol göstermiş oluyorsunuz.

🔚 Sonuç

Windows kullanırken sorunlar kaçınılmaz, ama çözüm artık sizin elinizde.
Bu tür pratik araçlar, teknik destek sürecini hem kullanıcılar hem uzmanlar için kolaylaştırıyor.
“RBarut33 Windows Onarım Aracı” ile siz de bilgisayarınızın kontrolünü elinize alın.

İndir

Not: Bu araç yalnızca Türkçe dil desteği ile çalışmaktadır. Otomatik dil algılama yapılmaz.

Yorumlarınızı ve deneyimlerinizi bekliyorum. Yeni sürümler için takipte kalın!
💬 [Yorum bırakmayı unutmayın.]

Kölelik Üzerine İlk Düşünceler

Geçenlerde özgürlük üzerine yazdığım bir makalede kölelik konusuna ufak bir değinme yapmıştım. Şimdi ise bu kölelikle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak ve sizlerin yorumlarını almak istiyorum.

İnsanlar, başkalarının istediklerini istemeden de olsa yaptığında buna ne ad verilir hiç düşündünüz mü? Peki, bunu biz üzülmemek için isteyip yaparsak nasıl isimlendirilir? İnsan içinden gelmeden, istekle yapmıyorsa; emir, zorlama veya baskı ile yaptırılıyorsa buna kölelik denir. Hatta bir kölelik çeşidi daha vardır ki buna dinde “kul” denir. Bu farklı bir makalenin konusu olacak çünkü bedenimiz istemesek bile birçok şeyi zorla yaptırır.

Bedenin ve Zihnin Köleliği

Bedenimizin yemek yemek istemediği halde yememizi istemesi, aşık olmak istemediğimiz halde aşık olmamız; bağımlılık gibi durumlar, sigaraya, alkole hatta uyuşturucuya karşı bile olsa, köleliği tetikler ve insan bu durumların kölesi olmak zorunda kalır.

Kölelik denildiğinde genellikle kötü niyetli, art niyetli şeyler akla gelir. Ancak her kölelik kötü değildir. Örneğin, yemek yemek istememize rağmen yememiz, açlıktan ölmememiz için faydalıdır. Aynı şekilde ailenin çocuğu besleyip büyütmesi de bir tür köleliktir ve bu iyidir. Elbette burada zorbalığa iyi demiyorum; fakat kötü davranan bir insan olduğu için tüm insanların kötü olduğunu söylemek de yanlıştır. Kölelikte de iyi ve kötü kavramları vardır.

Sigara, alkol, uyuşturucu gibi insana zarar veren şeyler kötü kölelik olarak tanımlanabilir. Öte yandan, beslenme, vitamin takviyesi, zorla yapılan spor, bedenin ihtiyaçları ve cinsel ilişki gibi durumlar ise iyi kölelik kategorisindedir.

Günlük Hayatta Kaçınılmaz Kölelikler

İnsanlar çoğunlukla farkında olmasa da her adımda köle olmak zorundadır ve bundan kaçış yoktur. İnsan vücudu, Allah’ın kulu olacak şekilde yaratılmıştır; sınırlı ve bağımlı olarak ilerler.

Bu yüzden toplumda “Birlikten kuvvet doğar” sözü vardır. Bu ifade, insanların yalnız yaşamaya uygun olmadığını ve birbirine bağımlı olduğunu çok iyi anlatır. Çünkü herkes tek başına bir işi yaparak ilerleyebilir.

Ben evde yalnız yaşıyorum ve tüm işleri kendim yapıyorum. Bu durum üzerimde birçok görev yükü oluşturuyor. Zaman ise beklemez; her zaman çalışır ve ilerler. Bu durum bedeni yaşlandırır ve eğer o an malzemeler kullanılmazsa bozulabilir.

Her iş belli bir süre alır. Temel ihtiyaçlar da buna eklendiğinde, gün bitmeden diğer işleri yapamayabilirsiniz. Örneğin, günde iki öğün yemek için mutfakta iki kez yemek hazırlamak veya her gün işe gitmek gibi kölelik işleri zor da olsa yapılmak zorundadır.

Bazı kölelik işleri faydalı, bazıları ise zararlıdır. Bu kavramın her zaman var olacağını bilmek, kendi benliğinizi tanımanızda size yol gösterir.

Kölelik ve Köle Arasındaki Fark

Kölelik, soyut bir kavramdır; bir durum, bir iş ya da bir sistemdir. Köle ise bu köleliği yapan kişiye verilen isimdir, yani kölelik işi yapan birey somut anlamda köledir.

Yani kölelik, yaşadığımız zorunlu bağımlılıklar bütünü iken, köle bu bağımlılığın içinde olan, bu işi yapan kişidir.

Kişisel Kabulleniş ve Toplumsal Yansımalar

Ben de Allah’ın bir kuluyum ve onun bir kölesi olduğumu kabul ediyorum. Bazen başımıza taç olarak taktığımız insanların da kölesi olduğumuzu unutmamak gerekir. Onları mutlu etmek için yaptığımız kölelikleri görmezden gelemeyiz. Onların mutluluğu için bu köleliğe değdiği sürece, bunun hem kendimiz hem de benim için iyi olduğunu söyleyebilirim.

Siz Ne Düşünüyorsunuz?

Peki, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hayatınızda böyle deneyimler yaşadınız mı? Bu bakış açısını doğru mu buluyorsunuz? Ya da yanlış buluyorsanız, neresi hatalı? Lütfen yorumlarda fikirlerinizi paylaşın.

Birkaç gün önce bir kız arkadaşım belediyede çalışıyordu, ben ise yazarlık yapıyordum. Kendi iyiliğim için, kendisinin yaptığı gibi bir işe girip çalışmamı istedi ve bunun özgürlük olduğunu iddia etti. Fakat bilmediği konu şuydu: Ben istediğimde çalışırsam bu özgür olmak olur, ama başkası söylediğinde yaparsam bu kölelik olurdu. Bugün yine gördüm, bayramdı, resmi tatildi; yine ortalığı temizliyordu. Güneşin altında köle gibi çalışıyordu. Ben ise canımın istediğini yapıyordum. Burada soru şuydu: Resmi tatilde bile çalışan kişi mi özgürdü, yoksa istediğini yapabilen kişi mi?

Bu makalede şunları işleyeceğim:

1. Özgürlük ve özgür olma kavramlarının farkı ve gerçek anlamları

2. Türk Dil Kurumu tanımlarının eksik yanları ve yaklaşımı

3. Özgürlüğün soyut ve koşullu, özgür olmanın somut ve koşullu yönleri

4. Serbestliğin koşulsuz ve sınırsız oluşu ve bunun sadece yüce güce ait olması

5. Gerçekte kimin özgür olduğu ve bu kavramların hayatımızdaki etkileri

Özgürlük ve Özgür Olmak: Farkları ve Gerçek Anlamları

Özgürlük ve özgür olmak, günlük dilde sıkça kullanılan iki kavramdır. Ancak bunların anlamları ve kapsamları çok farklıdır ve çoğu zaman karıştırılır.

Özgür olmak, somut koşulların ve fiziksel bedenin sınırları dahilinde yaşanan bir durumdur. Özgür olmak, bireyin içinde bulunduğu fiziksel, ekonomik, yasal ve sosyal koşullar tarafından sınırlandırılmıştır. Yani somut dünyada, bedenin ve çevrenin dayattığı koşullarla özgürdür.

Özgürlük ise soyut, duygusal ve toplumsal kurallarla şekillenen bir kavramdır. İnsanların içinde yaşadığı, kabul ettiği veya zorunlu kılındığı normlar, değerler ve kurallar özgürlüğü sınırlar. Bu yüzden özgürlük, aslında koşullu ve sınırlı bir hayal ürünüdür. İnsanlar çoğu zaman kendi özgürlüklerini, bu toplumsal ve duygusal sınırlar içinde tanımlarlar.

Bu iki kavramı bir arada düşündüğümüzde, özgür olmak ve özgürlük her ikisi de koşullu ve sınırlıdır. Fakat özgür olmak somut ve fiziksel sınırlara bağlı iken, özgürlük daha çok soyut ve sosyal-kültürel sınırlarla bağlıdır.

Serbestlik: Koşulsuz ve Sınırsız Olmanın Adı

Koşulsuz ve sınırsız olmak ise serbestliktir. Serbestlik, hiçbir sınır, engel veya koşulun olmadığı tam özgürlük halidir. Ancak bu, insanın ulaşabileceği veya yaşayabileceği bir durum değildir. Çünkü insan hayatı ve doğası gereği birçok somut ve soyut sınırlamaya tabidir.

Serbestlik, sadece Allah gibi yüce ve mutlak güçlere aittir. O her koşuldan münezzehtir, sınırsızdır ve tamamen serbesttir. İnsan ise ne özgürlük ne özgür olmak ne de serbestlik açısından koşulsuz değildir. Bu yüzden özgürlük ve özgür olma kavramları koşullu ve sınırlıdır, sadece serbestlik gerçek anlamda koşulsuzdur.

Türk Dil Kurumu Tanımlarının Sınırlılıkları

Türk Dil Kurumu özgürlük ve özgür olmak için şöyle tanımlar yapar:

• Özgür: "Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, şarta bağlı olmayan; serbest, hür..."

• Özgürlük: "Herhangi bir şarta bağlı olmaksızın düşünme veya davranma durumu..."

Bu tanımlar kulağa hoş ve ideal görünür; ancak gerçeklikten uzaktır. Çünkü hem özgür olmak hem özgürlük hayatımızda hep koşullu ve sınırlıdır. Bedensel, toplumsal, kültürel ve ekonomik şartlar hep bir sınırlayıcıdır. Eğer gerçekten koşulsuz olsaydık, o zaman gerçek anlamda özgür olurduk ki dünyada böyle biri yoktur.

Gerçekte Kim Özgür?

Özgürlük kavramını yanlış anladığımızda, hayatımızdaki kararlarımızı ve mücadelelerimizi de yanlış yönlendirmiş oluruz.

Örneğin, bir kişi bayramda, resmi tatilde bile sokakta çöp süpürüyorsa, bir diğeri evinde kendi isteğiyle yazı yazıyorsa, hangisi gerçekten özgürdür? Çalışma zamanını ve şeklini kendisi belirleyebilen mi, yoksa başkalarının koyduğu kurallara göre hareket etmek zorunda olan mı?

Gerçek özgürlük, kişinin ne zaman ve nasıl yaşayacağına, ne zaman çalışacağına tamamen kendi karar vermesiyle mümkündür. Bu özgürlük, koşullu ve sınırlı olmayan serbestlik haline yakın olan tek şeydir.

Sonuç: Özgürlük, Özgür Olmak ve Serbestlik Hayatımızda Nasıl Yer Bulur?

Dil ve kavramlar, hayatımızı yönlendirir. Eğer özgürlük kavramını koşullu ve sınırlı bir durum olarak anlar ve buna göre yaşarsak, hayatımızdaki özgürlük arayışımız da bu sınırlar içinde olur.

Bugün “özgürüm” dediğimiz anlar çoğu zaman, sistemin bize tanıdığı koşullu alanlardır. Ancak gerçek serbestlik, sınırsız ve koşulsuz olan, yalnızca Allah’a ait bir güçtür.

Peki Sen Ne Düşünüyorsun?

Bu makalede anlattıklarım seni düşündürdü mü? Sence gerçekten özgür müsün? Yoksa serbest bırakıldığın bir kafeste mi yaşıyorsun? Bugüne kadar “özgürüm” diye düşündüğün anlar aslında sistemin sana tanıdığı alanlar mıydı?

Benim yaşadığım bu olay ve örnekler sana neleri düşündürdü? Gerçek özgürlük hakkında senin tanımın ne olurdu?

Görüşlerini yorum olarak paylaş. Bu yazı sana ne öğretti, neyi düşündürdü, hangi kısımları mantıklı ya da mantıksız buldun?

Yazalım, konuşalım, tartışalım. Çünkü bazı gerçekler konuşulmadıkça hep karanlıkta kalır.

 Bazen bir film adı duyuyorum, dönüp bakıyorum… Yıl 2005, 2011, 1995. İçimden biri hemen “Aa, çok eski bu ya” diyor. Sonra açıyorum, izlemeye başlıyorum… Ve dakikalar geçtikçe fark ediyorum ki; ben bunu daha önce hiç yaşamamışım. Görüntü kalitesi hâlâ taş gibi, oyunculuklar dimdik ayakta, hikâye desen sanki dün yazılmış gibi güncel. Yeni çıkan onca filme rağmen bu “eski” denen yapım beni hâlâ içine alabiliyor. İşte tam o anda aklıma geliyor:

📽️ “İzlenmemiş her film benim için yeni bir filmdir.”
Bu sözü bana sinemayı sevdiren Mehmet Yavuz Köş söylemişti. Ve o günden beri bakış açım hep bu oldu. Film yaşı değil, yaşattığı his önemli.

Bir bakış açısı, bir deneyim, bir alışkanlık...

Bu cümleyi ilk kez film sektöründen bir büyüğüm, Mehmet Yavuz Köş'ten duymuştum:

“İzlenmemiş her film, benim için yeni bir filmdir.”
O günden beri film izleme alışkanlığımın merkezine bu düşünce yerleşti. Çünkü aslında çok basit ama çok derin bir anlam taşıyor. Bir film, ister 1985’te yapılmış olsun ister 2025’te... Eğer ben onu daha önce hiç izlememişsem, o film benim için yepyenidir. İlk kez izlediğimde alacağım duygular da o kadar canlı, o kadar taze olur.

Ama burada önemli bir fark var:
Her film yeni değildir.
Ve her yeni film de iyi değildir. 😊

🎥 Yıl Eski Diye Film de Eski mi Olur?

Bugün hâlâ çok sık duyuyorum:
Bir filmden bahsediyorum, hemen ardından gelen tepki şu oluyor:

“O film eski ya…”

E peki sen yeni keşfetmişsin? Yeni izlemişsin?
Nasıl “eski” olabilir ki?

Hadi bir örnek verelim:
Benim için Zamana Karşı (In Time), Yarının Sınırında (Edge of Tomorrow), Constantine ya da Geleceğe Dönüş serisi gibi filmler hâlâ yepyeni. Görüntü kaliteleri hâlâ tatmin edici. Anlatım dili, atmosferi ve verdikleri duygu bugünkü çoğu yapıma fark atıyor.

Yıl olmuş 2025, ama hâlâ o seviyeye ulaşamayan, içerik olarak çöp sayılabilecek kadar zayıf filmlerle dolu ortalık. O hâlde bu klasikleşmiş yapımlara nasıl “eski” diyebiliriz?

Bazı filmler vardır ki, yılı değil, hissi önemlidir.

🕰️ Film Ne Zaman Yapıldı Değil, Ne Zaman Yaşandı Önemli

📽️ Bir film seninle ancak izlediğinde buluşur.
📽️ O film senin zihninde, kalbinde iz bıraktığı anda yaşamış olur.
📽️ Dolayısıyla yapım tarihi değil, izleme anın değerlidir.

Bu yüzden diyorum ki:
Film ne zaman yapıldı değil, izleyenin onu ne zaman yaşadığı önemli.
Çünkü film dediğimiz şey sadece bir kurgu değil; bazen bir duygunun aynası, bazen bir dönemin özeti, bazen de kişisel bir yolculuktur. Onu ne zaman izlediğin, aslında onu ne zaman yaşadığın anlamına gelir.

📌 Yeni Demek İyi Demek Değildir

Her çıkan film kaliteli mi? Elbette hayır.
Devasa bütçelerle çekilen ama içi bomboş onlarca film var.
Klişelere sıkışmış, görsel efekt dışında hiçbir şey vaat etmeyen yapımlar...
Ama hâlâ 15-20 yıl öncesinden gelen bir filmi açıp izlediğinde;

• Duygulanabiliyorsan,

• Hâlâ sahneleri seni içine çekebiliyorsa,

• Replikleri ezberinde yer ediyorsa,

İşte o film zamansızdır.

🗣️ Peki, Sence Doğru Olan Nedir?

🎞️ Bir film sadece yılı eski diye “eski” mi sayılmalı?
Yoksa yıllar geçse bile hâlâ kaliteli, etkileyici ve güncel hissettiriyorsa, “yeni” mi kabul edilmeli?

💬 Sen ne düşünüyorsun?
Yorumlarda fikirlerini paylaş:
Hangi film senin için “yılını aşan”, hâlâ ilk kez izleniyormuş gibi hissettiren bir yapım?
Yoksa sen de yılına göre mi değerlendirirsin?

👇 Aşağıya yaz, konuşalım. Belki senin “eski” dediğin film, başkası için yepyeni bir dünyadır.

Ben bir Mersinli olarak uzun süredir içimde biriktirdiğim birçok şeyi artık açıkça söylemek istiyorum. Çünkü yaşadıklarımız artık günlük aksilikler değil; devlete ve onun kurumlarına olan güvenimizi derinden sarsan, hayatımızı doğrudan etkileyen ciddi sorunlar haline geldi. Kolluk kuvvetlerinden adalete, sosyal hizmetlerden belediyelere kadar her alanda karşımıza çıkan aksaklıklar artık tahammül sınırlarını aşıyor.

Güvenlik Güçlerine Güven Kalmadı

Normalde bizi koruması gereken güvenlik güçlerinden korkar olduk. Bize zarar veren kişilerden korunmak için devlete başvuruyoruz ama sonuçta zararı yine biz görüyoruz. Malımıza el konuluyor, psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kalıyoruz. Şikayet ettiğimizdeyse ya hiç işlem yapılmıyor ya da üstü kapatılıyor. Devletin gücü vatandaşı korumak için değil, sanki vatandaşı bastırmak için kullanılıyor gibi hissediyorum.

Adalet mi? O da Sadece Kâğıt Üstünde

Adli mercilere başvurduğumuzda da benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Dilekçeler kısa sürede, çoğu zaman gerekçesiz şekilde kapatılıyor. İtiraz ettiğimizde ise işler aylarca, bazen yıllarca sürüncemede bırakılıyor. Yargı sistemi hakkımızı aramamız için değil, bizi yıldırmak için var gibi. Suçlular korunurken mağdurlar çaresiz bırakılıyor.

Sosyal Hizmetler Ayrıcalıklılar İçin

Sosyal yardımlardan yararlanmak isteyen insanlar olarak, sistemin bizden çok başkalarına hizmet ettiğini fark ettik. Tanıdığın varsa işler yürüyor, yoksa başvurun ya cevapsız kalıyor ya da reddediliyor. Yardıma en çok ihtiyacı olanlar dışarıda bırakılıyor, sistemin içine yakın olanlar her türlü imkândan faydalanıyor.

Belediyeler Hizmette Yok, Tahsilatta Hızlı

Yerel yönetimler deseniz, çöp toplanmaz, yollar yapılmaz, altyapı sorunları kronikleşmiş. Ne kadar yazarsak yazalım dönüş yok. Ama yıllık vergi geldi mi anında ödeme isteniyor. Hizmet yok ama tahsilat tam gaz devam ediyor. Bu artık kabullenilemez.

CİMER ve Kamu Denetçiliği de İşlevsiz

Sorunlarımızı daha üst mercilere taşıyalım dedik; CİMER’e yazdık, Kamu Denetçiliği Kurumu'na başvurduk. Ama onlar da sorumluluklarını yerine getirmiyor. CİMER taleplerimizi sadece kayıt altına alıyor gibi yapıyor, sonrasında hiçbir işlem olmadan dosyalar kapanıyor. Kamu Denetçiliği ise denetlemekle yükümlü olduğu kamu kurumlarına karşı sessiz kalıyor. Aslında başımıza gelen birçok kötü olayın temelinde, işte bu iki kurumun görevini yapmaması yatıyor. Denetim yok, yaptırım yok, sorumluluk yok.

Tek Talebimiz: Hesap Verebilir Bir Devlet

Biz Mersinliler olarak artık sadece adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik istiyoruz. Başvurularımızın ciddiye alınmasını, kurumların gerçekten denetlenmesini, suçluların değil mağdurların korunmasını talep ediyoruz. Belediyelerden ise vergi alıp hizmet vermeme anlayışına son vermelerini bekliyoruz.

Artık Yeter

Bu sorunlar birkaç kişinin başına gelen olaylar değil. Devletle vatandaş arasında büyük bir güven krizi var ve bu her geçen gün derinleşiyor. Eğer kurumlar kendilerine çeki düzen vermez, görevlerini ciddiyetle yapmazsa, bu güven bir daha asla tamir edilemez. Biz sadece hakkımızı istiyoruz. Ne fazla ne eksik. Ama gerçekten duyulmak istiyoruz.

 Erkekler arasında öyle hallere şahit oluyorum ki, artık susmak olmuyor. Kendini 300 gramlık bir organa satıp değerini düşürenler var. Kendisinden büyük ve güçlü olanlara saldıranlar, taşıyamayacağı yüklerin altına girip bataklığa saplananlar ve düşünmeden her olaya atlayanlar… Bunlar sıradan değil, göz ardı edilemez gerçekler.

Bu yazıda, erkeklerin yaptıkları bu saçma ve rahatsız edici davranışları açık açık konuşacağım. Çünkü bu tavırlar hoş değil, beğenilmiyor ve değişmesi lazım. İlişkilerde, hayatta, insan olarak saygı ve dürüstlük önemli. Bunları unutanlarla yol almak mümkün değil.

Bu yüzden yazdım. Bu tarz adamlardan uzak durmak, gerçek adam gibi yaşamak zorundasın. İyiler çoğalsın, kötüler eksilsin diye. Bu bir uyarı, bir farkındalık çağrısı.

Merhaba,
Arapça öğrenmeye başladığımda en çok zorlandığım kısım harfleri öğrenmekti. Elifba dediğimiz o temel harflerin doğru yazımı, okunuşu ve akılda kalıcı hale gelmesi sandığımdan daha fazla emek istiyordu. Çevrimiçi kaynaklar aradım ama çoğu ya çok karışıktı ya da fazlasıyla yüzeysel kaldı. Bu süreçte, hem kendime yardımcı olması hem de tekrar yapabileceğim sade ve pratik bir sistem oluşturmak istedim. Böylece ElifbaTest ortaya çıktı.

Bu Siteyi Neden Yaptım?

Açık konuşmak gerekirse, tamamen kendi ihtiyacımdan yola çıktım. Ne akademik bir amaç ne de büyük bir proje... Sadece elimde her zaman ulaşabileceğim, basit ama etkili bir alıştırma kaynağı olsun istedim. Hangi harfte eksik kaldığımı görebileyim, tekrar tekrar çalışabileyim. Ve bunu yaparken kafam karışmasın.

Bu süreçte fark ettim ki; aslında benim gibi elifbayla yeni tanışan ya da harfleri tekrar etmek isteyen birçok kişi benzer bir ihtiyaç içinde olabilir. Bu yüzden siteyi sadece kendime değil, ihtiyacı olan herkese açık hale getirdim.

ElifbaTest’te Neler Var?

• Arap harflerini tek tek tanıtan bölümler

• Okunuş-pratik eşleştirmeleri

• Temel alıştırmalarla öğrenmeyi pekiştirme

• Göz yormayan sade bir tasarım

• Karmaşadan uzak, doğrudan öğrenmeye odaklı içerikler

Mobil ya da bilgisayardan kolayca erişilebildiği için her yerde kullanmak da mümkün. Ne zaman boş bir vaktim olsa, birkaç harfi gözden geçirmek ya da hızlı bir tekrar yapmak için açıp kullanıyorum.

Kimler İçin Faydalı Olabilir?

• Arapçaya yeni başlayanlar

• Elifba'yı öğrenmek ya da tekrar etmek isteyenler

• Kuran okumaya hazırlananlar

• Öğrencilerine ya da çocuklarına elifba öğreten öğretmen ve ebeveynler

Sonuç Olarak

Bu site profesyonel bir eğitim platformu değil, ama içtenlikle hazırlanmış, öğrenme sürecini kolaylaştıran kişisel bir kaynak. Eğer sen de elifba öğrenmeye başlamak istiyorsan ya da öğrendiklerini pekiştirmek istiyorsan, ElifbaTest tam sana göre olabilir.

Benim için gerçekten işe yaradı. Umarım senin için de faydalı olur.
Kolay gelsin!